Fatih Sultan Mehmet’in üç oğlu vardı. Şehzade Beyazid, Şehzade Mustafa ve Şehzade Cem’di. Bunlardan Mustafa, Fatih hayattayken 24 yaşında vefat etmişti. Fatih’in geride iki oğlu kalmıştı. Bunlardan Şehzade Beyazid babasının şehzadelik yıllarında 1448 yılında doğmuştu. Şehzade Cem ise İstanbul’un fethinin altıncı yılında 1459 yılında dünyaya gelmişti. Kim derdi ki ilerde bu iki şehzade Osmanlı tahtı için kavgaya tutuşacak ve savaş edecekler.
Cem dokuz yaşına geldiğinde Kastamonu sancak
beyliğine 15 yaşına geldiğinde ise Karaman sancak beyliğine atandı. Ağabeyi
Beyazid ise 9 yaşında Amasya sancak beyliğinde görevlendirilmişti. Sancakların
başkente uzaklığı yakınlığı önemliydi bir başka deyişle tahta uzaklığı ve yakınlığı
ile ilgiliydi. Tahta davet haberi ulaştığında başkente yakın olan şahzadenin
şansı daha fazla oluyordu.
1481 yılında Fatih Gebze’de sefer hazırlığındayken
ölmüştü. İki şehzadeye de haber gönderilmişti. Fakat başkente Beyazid daha önce
varmıştı. Hem Amasya’nın İstanbul’a yakın olması hem Cem’e haberin geç gitmesi
buna sebep gösterilebilir. Şehzade Cem İstanbul’a yaklaştığı sırada ağabeyinin
tahta oturduğu haberini almıştı. İsyan alternatifini deneme şansından başka
bişey kalmamıştı.
Bunun üzerine kendisini destekleyenler, “Saltanat
senin hakkındı, tahta sen geçmeliydin, ağabeyin saltanatı gasp etti”
telkinlerinde bulunarak onu isyana teşvik ettiler. Nitekim Cem, birkaç kere
isyan teşebbüsünde bulundu. Bir seferinde Bursa’yı eline geçirdi ve 18 gün “padişahlık”
yaptı. Bursa halkı da Cem Sultan’ı kabul etti. Bu kısa müddet içerisinde adına
para bastırdığı, şehirde hutbelerin onun adına okunduğu biliniyor. Ve bu eski
payitahttan ağabeyine bir mektup gönderip “Anadolu benim olsun, Rumeli senin”
teklifinde bulundu. Devletin topraklarını bölüşelim diyordu.
Cem
Sultan’ın devletin topraklarını bölüşme teklifi, aslında eski Türk-Moğol
geleneğinin bir uzantısıydı. Eski Türkler ve Moğollar, Han’ın sağlığında
toprakları çocuklarına bölüştürürlerdi. Buna ülüş sistemi adı verilir. Osmanlı
sistemi ise bölüşme ilkesini tamamen ortadan kaldırmıştı. II. Bayezid, Cem’e
yazdığı cevapta “La erhâme beyne’l-mülûk”, yani ‘hükümdarlar arasında akrabalık
olmaz’, dedi. Ona göre padişah, akrabası olmayan soyut bir kişiliktir. Halil
İnalcık’ın dediği gibi, Fatih’ten sonra Osmanlı’nın artık soyut bir devlet
kavramına geçmekte olduğunu görüyoruz. Padişah artık gerçek bir kişi değil,
tüzel bir kişidir. Onun kardeş, baba, dede, yeğen veya amcanın ötesinde soyut
bir tip haline geldiğini görürüz.
Bayezid,
harekete geçerek 20 Haziran günü Cem’in ordusunu yendi. Yenik, yaralı ve bitkin
Cem, Memluklar’a sığındı. 25 Ağustos’ta Kahire’de törenle karşılandı. Buradan
ağabeyiyle uzlaşma yolları aradı. Bayezid, hükümdarlık emelinden vazgeçerse,
bir milyon akçe göndereceğini bildirdiyse de buna yanaşmadı ve hacca gitti.
Dönüşünde şansını bir daha denedi. Ankara’ya kadar ilerledi ama Bayezid’in
harekete geçtiğini öğrenince geri çekildi. Sultan Bayezid’in Kudüs’e oturması
önerisini de kabul etmeyerek kendisine bağımsız bir bölge verilmesinde diretti.
Karamanoğulları Beyi Kasım’a kanarak Rumeli’ne geçmek düşüncesini benimsedi.
Bunun için, 18 Temmuz 1482’de Anamur açıklarında şövalyelerin bir gemisine
binerek Rodos’a hareket etti. Şövalyelerin başı Pierre d’Aubusson kendisini bir
hükümdar gibi karşıladı ama, artık o, Hıristiyan dünyasının çok değerli
tutsağıydı. d’Aubusson, bu değerli tutsağı sürekli Rodos’ta tutamayacağından 2
Eylül 1482’de Fransa’ya gönderdi. Keşifler, Rönesans ve Reform çalkantılarıyla
yeni bir çağa girmekte olan Avrupa’nın kucağına düşen Fatih’in oğlu, müslüman
ve muzaffer Osmanlı’ya karşı gerçekten değerli bir kozdu. Cem bu pahalı
varlığının yanı sıra, romantik kişiliği, kültürü ve serüvenleriyle de Batı’nın
ilgisini çekmeye başladı.Avrupa’daki veba salgını ve her an kaçırılma korkusu yüzünden,
şövalyeler onu kent kent gezdirmek zorunda kaldı. Batı edebiyatında Zizimi
adıyla çeşitli eserlere konu olan Cem’in Osmanlı divan edebiyatında da önemli
yeri vardır.1495’de öldü.
Cem
Sultan mavi gözlü , uzun kirpikli,çoğunlukla sola dogru büktügü dudakları
kalınca,babası gibi doğan burunlu,kulakları ve çenesi küçük, hafifçe şişman
uzun boylu,sağlam yapılı, çok güçlü kuvvetli, ata binmekte ve silah kullanmakta
mahir,iyi derecede yüzme bilen çok sevimli ve gayet yakışıklı bir gençti.
Cem dört
yaşına kadar sarayda tahsis edilen mürebbiler arasında büyüdü.Kastamonu sancak
beyliginde iken bir yandan devrin alimlerinden farsça ve arapça dersler alıyor
bir yandan da Candaroğullarına başkentlik yapmış ilim irfan yuvası Kastamonunun
manevi atmosferinden istifade ediyordu. Diğer taraftan, Cem in Konyada Lalası
Gedik Ahmet Paşa, hocası Mevlana Turabi idi.Bunlardan başka yanında ,Hatibzade
Nasuh Bey,Frenk Süleyman Bey,Celal Bey, şair Şahidi, ve o devirde ilim sanat
idare gibi alanlarda şöhret yapmış isimler bulunuyor idi.email: doganozkocaman@gmail.com
Yorumlar